18 Kasım 2011 Cuma

Manevi ölüm

Dağların eteklerinden yeşilin arasına kondurulmuş sarı yapraklara benzer hüzün ve Gökyüzün öbek öbek kara bulutlara dönüşmesi...Ölümü anlatacak olsam, yağmurlu kasvetli bir güne benzetirim yada pırıl pırıl bir mevsimin, sonbahara dönüşmesine..
.
Ölünün çaresizliği ve umutsuzluğunu düşünmek bile, gözlerimde dalgalanan bir hüznü çağırıyor...Ölen için her şey bitmiştir lakin kalanlar için, ne sancılı bir başlangıçtır yaşayana...
Ben burda fiziksel ölümden ziyade, manevi ölümü anlatmak istiyorum.Hangimiz yaşamadık ki, en azından bir kez manevi anlamda bizi öldüren acıları!Ya sevdiklerimiz bizi terk etti yada ölüm acısını aratmayacak acılarla başbaşa kalmadık...Yıllarca hatırlamak dahi istemediğimiz zor günlerin sancılarıyla uykusuz gecelerle ve gözyaşlarıyla geçirmedik...Yuvadan atılmış yavru bir kuş gibi çaresizdik zaman zaman, bazende evcil bir köpeğin doğal ortamına terk edilmesi gibi donanmasız kaldık hayatta...
Hiç unutman kıvırcığın, kuyruğuna basılmış bir kedi gibi inlemesini yıllarca, en sevdiğinin, kılıç darbesiyle bir kesik gibi gibi çekip gitmesini hayatından... Fiziksel ölüm gerçektir ve bir tesellisi vardır kadere bağlamak gibi.Manevi ölünüm ne tesellisi nede kaderle bir bağlantısı...Dayanması ve yeniden hayat bulmasının ardından geçen zaman ne zorlu bir süreç! dağılan bir nar gibi parçalandık zaman zaman...Cennetten kovulan bir melek gibi günahkar, yolunu şaşırıp cama vuran bir sinek gibi zavallıydık kimi zaman...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder