26 Mart 2012 Pazartesi

sende gidersen

Eğer sende boş bir tuvalden
Rensiz bedenini alır gidersen
Ve şiir mısralarında
kavgaya mateme dönüşürsen!
yağmalanmış hayatlarımız
Gibi ölür gün
sevinçlerimiz gibi burkulur
hayat
acılarımız gibi kepaze
ve zavallı çocukluğumuz gibi
Annesini bekleyen
ve minik bir serçe gibi
kanadı kırık
Bir boşluktan yere çakılır
Hayatımız...
m-jgan...

12 Mart 2012 Pazartesi

Kırgın

Gittikçe çoğalıyordu
Alaca karanlık
Ve serseriler geçti önümden
Siyaha boyandı gök
Küskündüm gözlerin geldi aklıma
Bakmadım
İnadına aşk çiseliyordu sokak
Çim kokusumuydu yoksa
Saçların mı kokuyordu
Ve şemsiyeli bir adam geçti önümden
Sana benziyordu
Kırgındım bakmadım...
blockquote> m-jgan...

4 Mart 2012 Pazar

Sokaktan gelen kadın

Kapıyı çalan kadına bakılırsa;bir hayli geç oldu düşüncesiyle kapıya yöneliyorum.
Oysa saat sadece 8.30'u gösteriyor!yıllardır en büyük alışkanlığım uyanır uyanmaz saate bakmak olduğundan, koridordaki saate takılıyor gözlerim; evet," 8.30"!, bu kadar erken bir saatte kapıyı tırmalayan kadına tam da bağırmak için hızla kapıyı açtığım bir anda donup kalıyorum, o an mimiklerime çeki düzen vermem gerektiğini düşünüp toparlanıyorum ne olsa sert açmıştım kapıyı;yüzüme takındığım sahte gülümsemeyle bakıyorum kadına.
Kadın çaresiz gibi! tıpkı eskimeye yüz tutmuş bir resmin rutubetli dokusunda bulmaya çalıştığım gözbebekleri, alaca karanlığın hüznüne bırakmış gibi kendini.Yüzüme diktiği bakışlarına hayır demenin anlamı olmayacağını hissettiğimden içeriye davet ediyorum , zira tedirginim! "nerden çıktı?" düşüncesiyle ayaküstü bir kaç soruyla başımdan atabileceğim düşünerek yüzeysel ve mesafeli davranıyorum.
-Ben sizin alt katta oturan komşunuzun arkadaşıyım!
Hatırlamaya çalışıyorum Sevda hanımın arkadaşlarını gözden geçirip bu kadını tanıyıp tanımadığımı düşünüyorum dudağımı bükerek;
-Sevda hanım mı?
Yüzünde rahatlama beliriyor bir an;
-Evet aslında ona gelmiştim sanırım evde yok! sizden daha önce bahsetmişti, beni anlayacağınızı biliyorum.
-Ne oldu? çok kötü görünüyorsun!?
Beni ilgilendiren kısmını merak ettiğimden soruyorum bu soruyu;
-Anlatırım!
dedikten sonra dâvet beklemeden oturuyor koltuğa!Biraz zorlasam nerdeyse seveceğim! kadın çok güzel ve yaralı bir ceylan gibi masum bakıyor yüzüme, monoton bir gün olmayacağı belli! sorunu ve yaşadığı neyse bilmek istediğimi fark edip, kahve yapmaya yöneliyorum;
-Sen rahatına bak, hemen bir kahve yapayım, sonra bana her şeyi anlatırsın.
kahveyi yaparken sabırsızlanıyorum ve hikayesini dinlemek için can atıyorum.Kahveleri tepsiye koyduktan sonra bir sehpa çekip fincanları yanyana koyduktan sonra sigaramı alıp yakıyorum, kadına bakarak;
-Aslında buraya gelirken amacım buraya gelmek değildi! sebebini bilmiyorum ama belki bir güç vardı beni buraya sürekleyen; kızımı alıp gelmekti amacım, dün babasına teslim ettimde!
Kızını babasına teslim etmesinin altında bir boşanma olduğunu anlamak güç değil; -Ayrıldınmı eşinden?
-Evet o eski bir hikâye!3 yıl oldu eşimden ayrılalı iki kızım var.ikiside yanımda, asıl sorun diğeri yani Sedattan olan kızım!
Olayın boşanmadan daha güç ve çıkılmaz kısmını soruyorum bu kez;
-Sedat kim?
merakım gittikçe artıyor;
-Sevdiğim ve şu an ayrı olduğum adam,tabi o aşk çoktan bitti!
kahvesinden bir yudum alıp sigarasından bir nefes çekiyor gözlerini kaçırıyor benden;
-Kafam karıştı! biraz daha detaylı anlatırmısın?
Yüzü kireç gibi oluyor bazen! bazende yanaklarına doğru akan gözyaşını siliyor mendiliyle;
-Evliliğim bittikten sonra evli bir adamla büyük aşk yaşadım ve bir kızım oldu, önceleri ayrılacağını ve evliliğinin yürümediğini söylüyordu, zamanla işler değişti!
şaşırdığımı ve hemen onu yargılayacağımı bildiğinden rahat davranıyor,"ne düşündündüğünü biliyorum" der gibi gözlerime dikiyor bakışlarını;
-Evli bir adama aşık oldun! ve ondan çocuğun oldu, şimdide bakamadığın için babasına verdin, bunun ne anlama geldiğini biliyormusun?
Aşkı anlamaya çalışıyorum nasıl bir boyutta ve dikey kenar üçgenler gibi sabit ve olası!sanki normal bir şeydi;
-Hamile kalmıştım ve Sedat bu çocuğu çok istedi nede olsa evlenecektik!
Çok istemiş olaması durumuna alaylı bakıyorum;
-Evli olduğunu biliyordun! küçücükte olsa ayrılma ihtimalini gözden geçirmediğini söylüyorsun? hayatı boyunca sırtında bir hançer gibi taşıyacağı böyle bir ihaneti haketmek için ne yaptı? ona piç damgası vurduğunun farkındamısın?
Piç kelimesini duyduğunda kadın sinirlerine hakim olamıyor;
-Neden piç olsunki! annesi belli, babası belli!
-Gayrimeşru bir ilişkiden doğmuş bir zavallı o!ve toplumun seni yargılaması acıtmayacak canını, asıl o yara aldığında acı çekeceksin!
yüzüne bir tokat gibi inen kelimelerin doğruluk payına aldırmadan sadece kendini savunduğundan, cahil olduğunu anlıyorum! Bu gerçeği kabullenmeyeceğini biliyorum ne yazıkki, çocuğun annesinin hayatında yaptığı hatânın bedelini kendisinin ödeyeceğini ve kaderinin şimdiden annesi tarafından yazılmış olduğunu görüyorum ve üzülüyorum.
-Neden çocuğunu verdin babasına, senin yanında daha mutlu olurdu eminim!
Açıklaması gereken durumun mantıklı olmasını yürekten istiyorum;
-Ben bakamam! bir işim var ve bakmam gereken iki kızım daha var!
-Evli olduğunu bilerek neden böyle yanlış bir ilişkiye musade ettin?
kadın aptal olmalıydı, yada cahil yada gözü kör ya da tam bir aşifte!
-Tanıştığımda evli olduğunu söylemiş olsaydı ve bende buna rağmen onunla olmaya devam etseydim haklı olabilirdin söylediklerinde! ne yazıkki öğrendiğimde ben ona aşıktım ve ne olursa olsun kim ne derse desin, beynime anlatabildiğim böylesi iğrenç bir sevgiyi kalbime anlatmak kolay değildi!
Erkeği suçlamak daha kolay görünüyor, hemcins'im yerine;
-Ah bu erkekler!
-Çok acı çektim sanırım elimde olsa onuda kendimide öldürür ve acıya bir on verirdim zira bakmam gereken iki kızım vardı, sadece bununla kalmış olsa o denli üzülmezdim, çocuğu dünyaya getirmek fikri ne denli yanlışsa, ondan ayrılmak da o kadar güç!
Elimden gelse doğru yolu gösterirdim! lakin doğru yol sapmıştı bir kez! yanlış virajda bariyerlerde debeleniyordu ağır yaralı, ne söylesem gerçek değişmeyecekti nede yarınların kanlı katili, suçunu çekmiş olması öleni geri getirmeyecekti.Bir an için başımdan atmayı düşünüyorum kadını! bir an; "olan oldu"demeyi istiyorum;
-Hiç değilse çocuğunu bırakma!
kadın ağlamaya başlıyor yada ağlamıyor gözleri kanıyor!
-karısı! bana en aşşalık kelimeleri söylerken ben susmak zorundaydım ne de olsa haklıydı, kocasını çalmıştım ona göre!evli bir adamı ayartmıştım!
suçsuz gibi davranması sinirlerimi bozuyor;
-Ayartmadınmı?
-O beni sevdi, bende onu! lakin ben onun metresi olmaktan gurur duyacak kadar sevdim !
Ne demek istediğini anlamıyorum! nede söyledikleri onu suçsuz yapıyor
; -Aşk bitti diyorsun?
kadının gözbebeklerinde tutku, acı ve çaresizlik görüyorum! mutlu ve aile düzeni olan hiç bir kadında görmediğim gizemli bir şey! anlamını bilmiyorum;
-Aşık oldun bunu anlayabilirim lakin gayrimeşru bir çocuğu dünyaya getirmeni anlayamam beni affet bunu asla anlatamazsın bana!?
kadını hiç sevmiyorum ve hayatını başkalarının suçuyla tepelerinde taşımak zorunda kalan hayatlarıda!
Tevfik Fikretin şiiri geliyor aklıma, bağıra bağıra okumak istiyorum ve haykırmak;
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi
, bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü
; tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!

1 Mart 2012 Perşembe

Bahar

Sen daha gelmeden eridi kar
Baharlar ayazdır hep derim içim üşür
İşte bilmezsin en kara gün
Her bahar davullar çalar
Ve her düğün beni yaralar
Giden gitmişti, gelen sen değildin ki
Kaç kere geldin
tanımadım ki
Ben baharı bilirim ve gidişini
Artık kışlar bana bahar
Sen hiç üşüdünmü
Yazın ortasında ...

Bu Bahar

Nazlı bu bahar
Ardına takmış gökkuşağını
geliyor! gelsin
ben yeniden tanımlayacağım
Ve hiç olmadığım kadar
Özgür olacağım...
m-jgan...

29 Şubat 2012 Çarşamba

Uzaklıklar

Yıllarca görmediğiniz yakınlarınız varmı?
Ben bu anlamda şanlı mı sayılırım yoksa şanssız mı hiç bilmiyorum zira öyle çok varki! Geçenlerde sadece çocukluğu bildiğim Danimarkada ki kuzenim faceden benim bir yazıma yorum yapmış! Koskoca bir adamdı gördüğüm çocuk çocuğa karışmış! Kücücük sevimli bir çocuğun yıllar sonraki hali insanı allah bullah ediyor..
Kuzenlerimi yılda bir kez belki görürüm bazende yıllarca görmediğim olur.Almanyada hepsi! geldiklerinde yanlarında koca koca delikanlılar;" bu kim?" cevap" oğlum!" Onlarda bize şaşırmıyor değil! Bu kadar uzakta olmaları kaçırdığımız anılara benziyor, yaşanmamış yıllara yazık oluyor belki!
Abimi yıllardır görmedim, bizim aile karışıktır iki evlilik yapan annem ve babam yüzünden, görmediğimiz kardeşlerimiz ve bizimle hiç bağı olmadığı halde ablamın kardeşi, babamın ilk eşi gibi hayat ağacıda çizsen anlamak mümkün değildir.
Bir bakıyorsun, annenin oğlu yani benim abim! yıllar sonra çocuklarını görüyorsun, benim hiç görmediğim yiğenlerim kafanız ve duygularınız karışıyor...

28 Şubat 2012 Salı

Otuz yaş

30 yaşıma geldiğimde her şeyin bitmiş olacağını düşünürdüm, hiç bir şey yapmak istemeceğim gibi ; "30 yaşımda şunu ne yapayım , ya da bunu?" gibi cümleler kurduğumu düşününce bu gün mezara girmem gerekirdi, diye düşünüyorum... Bu samimi bir itiraf tam 42 yaşındayım; "hiç göstermiyor olsamda, hatta üniversiteye gittiğimde hocaların beni ciddiye almadıkları gibi öğrenci sanmaları" bu gerçeği değiştirmiyor...Hayata yeni başladığım düşüncesi , bazende hiç yaşamamışım gibi bir duygu oluşuyor içimde... Bir kadın gençlik dönemde kendini çocuklarına adapte ettiğinden ,sanırım hayatın tadını 40'ndan sonra çıkarmaya başlıyor...Zamanı ve zamanı getirdiği yaşanmışlıkları ve yaşanması gerekenleri bir bir hesaplayıp, yavaş yavaş içine sindire
sindire tadına varıyor ve biliyor, bu gün bir daha geri gelmeyecek...Ölüme yaklaştıkça zaman daha bir değere biniyor ve yakaladığı hiç bir ânı kaçırmadan özüne hapsederek sıkı sıkıya kavrıyor mutlu olduğu her şeyi...Ve onu mutlu eden her şeye asılıyor hayat gibi, su gibi ve ekmek gibi... Sanırım 80 yaşında buruş buruş bir nine olduğumda, bende tv ye çıkan yaşlı ninener gibi;" aşk evliliği yapmak istiyorum" diyeceğimden korkuyorum..demek insanın sadece bedeni yaşlanıyor ve ruhu her daim genç kalıyor... m-jgan

Aşk

Son direncini kullanıp
bitirmiştin bayım
al diyordun bu benim yalnızlığım
ben ise çaresizliğimi masaya koydum
ikisinin ortası aşktı
Almadın bayım
Ne de ben yanaştım
Aşk bir diyalektikti Savaşın ortasında öpüşmek gibi
Yasak bölgede mayına basmak
Kavganın sonunda sarılırken
Mızrağın ucuna saplanmak
Ben terk etmedim bölgemi
Güvenliydi
Sende yanaşma bayım....
m-jgan.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Yalnız

Hem yalnızsın hem kalabalık,
düş sokağında hayaller prensi!
< korka korka hem kaçıyorsun
hem vuruluyorsun cephede....
sevdim deme,
sevmenin yüzyıllık ömrü yok
yandım derken
sırılsıklam aşığım deme..
. Sen herkesin sevdiği
ve hiç sevmediği!
Bu denli uzakken gönülden
yanındayım deme!
m-jgan...

20 Şubat 2012 Pazartesi

uçurum

Biliyorum; bir uçurumun başındasın ve kendinle beraber benide tutuyorsun, kendi ayağın kaydığında beraber düşeceğiz.Tek başına ölemeyecek kadar korkaksın çünkü. m-jgan.

19 Şubat 2012 Pazar

Ya kendimi?

Ya kendimi öldüreceğim, yada seni! dedi kadın. Çıkmaz sokağın ve mutsuzluğun her gün öldüren yanına katlanamayan o bakışlar son derece ciddiydi, adam ürkmüştü bakışları çekimser korkak bir avın donuk bakışlarıydı.O güne dek mutlu gibi görünüp sadece uyum sağlamış ve gıkı çıkmamıştı.Keşke ayrılırım yada giderim olsaydı kadının son sözü.
Adam o ana kadar idare ettiğini düşünüyordu hiç çuvallamadan, şimdi ise hasta bakışların mutsuzluğuna bakıyordu, sinmiş ve eriyip bir kavanozun içinde kaybolmuştu adeta.Kadın ağlamıyordu keşke ağlasaydı ve bağırsaydı eskisi gibi, donuk bakışları keskin ve korkusuzdu
. -Neden? diye sordu;
-Kurtulmak için, senden ve kendimden!
Adam verdiği bu karmaşık bencil tek taraflı mutluluğun zindanına atılmış kadına bakıp özür dilemek istese bile o bakışlar vahşi bir hayvanın avına çevrilmiş adi bakışlardı, ve öldürmek isteyen hayvanın acımasız ve soğuk tavrından ürkmüştü.
Adam mutluydu nede olsa evde çocuklarına bakan evi çeviren bir kadın vardı, ayrıca dışarda yaşadığı ayrı bir dünyası, sevdadan ve heyecandan eksik kalmayan tarafı hayatı başkalaştıran arada kaçamakları, içki içtiği ve gezdiği arkadaşları.Kadının yaşadığı yalnızlığı ve mutsuzluğu o ana kadar düşünmemiş olması ve bunun farkında olmaması ölümle sonuçlanmış ve birini öldürmüştü muhtemelen. Kadın karşısında duruyor sadece nefret ve intikam duygusuyla ona bakıyordu...Aslında bir ölüydü ve;konuşuyor ve şunları söylüyordu; -Ya kendimi öldürece< ğim, ya da seni!

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yaramaz çocuk

Sapsarı saçları ve anlamlı bakışlarıyla yediden yetmişe herkesin kalbinde taht kuran zeki sevimli ve yaramaz bir çocuktu, Murat.
Balkonda mandallarla oynamaya bayılırdı, bir gün ben çamaşır asıyorum telaşla geldi ve; -Ne yaptııııın? en iyi adamımı asmışsın! mandallardan bir tanesi kocamandı ve onun en iyi adamıymış. Yine bir gün bakkala gidiyoruz , birden bir kedi gördü ve tekmeyi vurdu kediye, ben; -Murat ne yaptın, yazık değilmi kediye, dememle şöyle bir kediye bir bana baktı ve; -Ama o köpek olsaydı seni ısıracaktıııı.
Dayısı şokellasını yerken birden yaklaştı ve şokellayı alıp; -kapağını kapatıyımda gazı gazı kaçmasın! dedi.
Sıradan bir çocuk değildi, çok farklıydı nitekim çocukken yaptığı yaramazlıklar biraz büyüdüğünde sıkıntı olmaya başlamıştı bana, her gün ayrı bir internet kafeden bulup getiriyorum, okuldan kaçıyor başetmek mümkün değildi Muratla.
Her gün okuldan çağırıyorlar, yalvar yakar affetmelerini istiyorum, bazende" anneside küçükmüş ondan takmıyo herhalde "diyorlar, acıyorlar bana.başı beladan kurtulmuyor bir türlü, ya öğretmenlerden birine komik klip yapıyor bilgisarda yutup'a veriyor, mahkemelik oluyor ben yine etmeyin eğlemeyin diye yalvar yakar yine kurtarıyorum durumu.İki kez disiplinde kurtardım ve en son artık cezayı verecekleri sırada müdürün sayesinde okuldan alıp koleje vererek kurtardım durumu.
Kolejde iki yıl herkesi canından bezdirdi, artık diyordum ki adam olmaz bu çocuk, hatta ortaokul öğretmenleri bazen beni görüp" ondan bir şey olmaz" diyordu,üzülüyordum tabi ve haline bıraktım uzun bir süre hiç karışmadım
. Lise 3.sınıfda okul toplantısına gitmiştim, ilk ara karneler dağıtıldı, niye yalan söyleyim uzun süre, "bu Muratın karnesimi?" diye baktım karneye.hemen hemen hepsi 5'di! sıra Murata gelince durumu hakkında öğretmenlerin söyledikleri inanılır gibi değildi.sanki kankasından bahsediyor, ne kadar asil ve başarılı olduğunu anlatıyor, ben hemen adapte oldum tabi bu duruma, nede olsa insan iyi şeylere çabuk alışıyor.
Murat bu gün Bilgisayar Mühendisliğinde okuyan, ağır başlı sakin ve yaşına göre oldukça olgun, hiç kötü alışkanlığı olmayan bir genç.. Aslında çocukları hemen yargılamamak gerek, panik olmamalıyız garip davrandıklarında, istediğimiz gibi olmadıklarında.Bunun belli bir süresi var ve kişilikleri oturduğunda çok farklı olabiliyorlar, bazende çok uslu bir çocuk sonradan zıvanadan çıkabiliyor... m-jgan/

12 Şubat 2012 Pazar

Hayta tevfik

Sınıfın en çalışkan öğrencileriydi. Zehir gibi zekalarıyla öğretmenleri bile şaşırtan, sevimli iki afacan, karakterleriyle ruh ikiziydi sanki.Aile durumları maddi olanaklara sahip değildi ve belki her anne ve babanın;"onlar nasıl okuyor ne paraları var nede babaları?"dediği türden dalgacı mahmutlardı kimseyi cidiye almaz, bir sardılarmı makaraya, ellerinden ve dillerinden kurtulmak imkansızdı.Onlar birbiri çok severdi ama birbirlerinin anneleri öyle demezdi," haytadan başka bir şey değildi" onlar için!
Bir gün duyduk bisiklet çalmışlar ve günlerce saklı saklı binmişler bisiklete.Eee ne de olsa bir çocuğun en çok sahip olamak istediği bir şeydi ve bakmışlar sahip olacakları da yok en güzeli çalmak diye düşünüp yürütmüşler bisikleti.Anne; -Hayta tevfik! o yaptı kesin!
Oysa ikisinin başının altından çıkan bir durum anneye göre kendi çocuğuna mal edilemez bir durumdu.her anne kendi çocuğuna toz kondurmaz nede olsa.Hayta tevfik, evlerinden çıkmazdı ve anneyi sinir ederdi, yer içer dalga geçer ve çeker giderdi.
Bu gün Hayta tevfik çok başarılı bir pisikolog, Yıllarca Amerikada mastır yaptı şu an yayınlanmış bir kitabı var.Diğer çocuk ise matematik öğretmeni, Oddü'yü bitirdi.
Bir gün gelmiş Hayta tevfik, şık giyimli ve son derece parlak görüntüsüyle anne tanımamış, elinde tatlı dondurma ve bir sürü yiyecekle kapıda belirmiş;
-beni tanıdınmı teyze?Hayta tevfik(tabi bunu söylerken gülüyor) Anne şaşırmış ve sarılmış yok canım niye hayta olasın! -hakkını helal et , az yemedim ekmeğini, ne günlerdi ben seni annem gibi severdim.demiş anne ağlamış;
-Helal olsun bende seni çok severdim.Hem kim demiş hayta Tevfik diye ben valla söylemedim.Tevfik daha bir gülmeye başlamış; -Hadi hadi hep hayta Tevfik derdin ama biz ciddiye almaz arkandan gülerdik deyip ellerine sarılmış...

10 Şubat 2012 Cuma

Çırak

Kızılayın ortasında, en lüks mağazalardan biriydi soysal pasajı o yıllarda.Sanatçıların ve sosyetenin alışveriş yaptığı Çiğdem mağazası.Ben çiğdem mağazasında satış temsilciliğine 12 yaşımda başladım.sahibi rahmetli babamımda patronuydu, değinmeden edemeyeceğim bana Müjgan isminide koyan o dur.
Annem beni gözünün arkada kalmaması için vermişti Rıza amcanın yanına.Kendisi çalışıyordu ve korkuyordu ne de olsa başıma birşeyin gelmesinden, çokta mantıklı ve isabetli bir karardı, hayatım boyunca kendime olan güvenimin ve sosyalleşmemin üzerimdeki etkileri çalışma hayatımla ilgili.
Küçük Ayşe aşşa, küçük ayşe yukarı! evet ismim küçük ayşeydi.Bana ıvır zıvır işleri yaptırırlar toptancıya filan gönderirlerdi.
Eeee bende çocuktum nede olsa! toptancıdan saatler sonra gelirdim, simit yerdim(çok severdim) asansörlerde oyananırdım, bin kere inip çıkmaya bayılırdım , toptancılarda oturup çay içerdim, kirtasiyeye uğrardım.Nadire teyze Rıza amcanın eşi, kızardı bazen aylak aylak dolaştığıma, bazende birşey demezdi halime bırakırdı.
Öğlen saatlerinde o yıllarda bir saat yemek molası vardı ve tüm dükkanlar kapanmak zorundaydı, zabıta ceza keserdi nitekim.Ben bu saatlerde koşarak simit almaya giderdim çoğu kez, yine dolanırdım kendi halimde
. Bir gün, öğlen saatinde sabahlıkların arasında uyumuş kalmışım, kimse fark etmemiş saatler geçince anlamışlar , küçük ayşe nerde diye herkes birbirine sormuş ve tüm elemanlar beni aramaya çıkmış.Ben birden Nadire teyzenin avaz avaz bağırmasına uyandım;
-Haticeee , küçük Ayşeyi bulmadan gelme buraya! ve sabahlıkların arasından çıktım, herkes şaşkın hortlak görmüş gibi bana bakıyordu tabi bende onlara.Birden bir kahkaha koptu mağazada, ben ne olduğunu anlamaya çalışırken; -Yahu sabahtan beri seni arıyoruz şekerim!
Ben; -Öğlen tatili bittimi? dememle bir kahkaha daha koptu , kimse gülmesine engel olmamıyordu, tabi bende gülüyordum ama onlara...
m-jgan/anılar...

31 Ocak 2012 Salı

gece sancıları

Yine odam cehennem gibi, saçımın teline değin izmarit kokuyor, masada yarım kalmış şarap şişesi ve burnumu çekerek patates kızartıyorum...Patates kızartmayı iyi beceriyorum nitekim!
Üzerimde salaş bir önlük, tepeden toplanmış saçlarım ve "patatesler iyi pişmiş" zira patates önemli benim için, hatta günün en önemli ayrıntısı diyebilirim...Göz
yaşlarım sıçrıyor tavaya ve kızgın yağ suratıma patlıyor..."kahretsin!"hele bir sabah olsun, ama sabah olmuyor....
gece cehennem gibi, parmaklarımın ucuna değin izmarit, dumandan göz gözü görmüyor yine, lakin çıtır oldu patatesler, yok ketçap sevmem.

29 Ocak 2012 Pazar

Kim İster ki

Kim üzmek isterdi bilerek ya da bilmeyerek çocuk düşlerimizi...Bazen hayatımız trafik kazalarına benzer, anlık ve bir ömür çekilesi acılar, pişmanlıklar, yalnızlıklar, üzünçlerle dolar her şey birdenbire oluverir ansızın...Oysa iyi uyanmışışızdır güne, hatta bir türkü tutturup işte; demişizdir bu gün güzel bir gün olacak, hatta yarında! ve bilemezdik sancılarını dostlukların sahipsiz kollarında bir alevin hayatımıza sıçrayıp bütün bir ömrü yakıp kül edeceğini yarınlarımızı kaybedeceğimizi, bu günü kaybedeceğimizi bilemezdik... Arabayla çarptığın öldürdüğün bir adama;"özür dilerim üzgünüm" demek ne denli saçmaysa, arabanın önüne atlayan bir adama çarpmakta vuranı suçlu kılar değilmi?Kim suçlu bu hayatta , sevdalarımız mı? kaderimiz mi? yoksa tutkularımız ve hırslarımız mı? yaşamak mı suçtur, hatalarımız mı? bizi öldüren acılarımız mı? m-jgan

Sevgi yürekte olur

Benim eşim, senin eşin gibi bana; aşkım bebeğim, canım bitanem diyemez, ama insanlığı vardır, vicdanı vardır, adamlığı vardır....Arkamda dağ gibi duruşu vardır...sabah kalkıp kahvaltı filan hazırlamaz bana senin eşin gibi, ama dağınık saçlarımada aldırmaz, beni kuaförden çıkmış halimle değil, pazardan gelişimle sevişi vardır... Hem cilve filanda sevmez öyle senin gibi layakt hareketleride sevmez;"Aşkııııım ben seni özlediiiim" gibi laflarıda sevmez, örgü örüşümü sevişi vardır..."Çocukların boğazını eksik etme hanım" deyişi vardır...Kimsenin lafını konuşmaz benim eşim seninki gibi ne malını konuşur ne de çocuklarını över, hatta kırar geçirir, saysısız olmayın der, adam olun insan olun der...Akşam eve gelirken elinde poşeti vardır... Benim eşimin yüreğinde hiç bitmeyen sevgisi vardır, ağzında değildir mangal gibi yüreğinde taşır sevdasını...Parası olmadığı için bizi yılbaşı eğlencesine gönderip kendi evde ağlayışı vardır...İkide bir "canım hastamısın? demez," sigara içmeyeksin!" deyişi vardır, hastaneyi arşınlayıp bizi rahat ettirişi vardır...kendi çalışıp gece gündüz evde oturuşumuzu sevişi vardır... Sevgi gönüldedir, dilde değil davranışta bellidir, kim ne derse desin asıl sevgi emektedir, yürektedir, içindedir.. m-jgan

19 Ocak 2012 Perşembe

Engisizyon mahkemeleri

Kanımı donduran bir işkence şekli; tarihte en cahilce ve acımasızca işlenmiş idam adı altında korkunç infazları görmek mümkün...Katolik kliselerde dinsizlere yapılan engisizyon mahkemeleri..
Mahkum başından asılarak, göğüs ucundan başlamak suretiyle derisi yüzülür!Yine mahkum dinsizlik suçu altında halkın önünde canlı canlı kolları kesilir...Başka bir şekli, metal bir boğanın içine konularak mahkumu içindeyken boğayı ateşe verilir...
Tarihte insanların kurban edildiği de görülmüştür, nitekim en korkunçları kuşkusuz engisizyon mahkemeleri...İşkence yapıldığı zaman mahkumun hiç bir zaman başına ne geleceğini bilememesi ve bazen bir su damlasının saatlerce başına düşmesinin korkunç acıları...Zindanda gözleri kapalı beklediği bir anda başından aşşağı dökülen kızgın yağlar ve buna benzer mahkumun başı kesilerek tepsi içinde sunulması...
Daha fazla anlatıp üzmeyeceğim sizleri zira insanın insana yaptığı işkenceyi bazen bir hayvan bile yapmıyor en azıdan öldürüp miğdesine indiriyor...Vizonların nasıl katledildiğini biliyormusunuz? ben seyretmiştim ve nutkum durdu; canlıyken derisini yüzerek elde ediyorlar çünkü canlı olduğunda işe yarıyormuş, bu nasıl bir zihniyettir zavallı hayvanlar acıdan şok olmuş durumda atıyorlardı çöp gibi bir yere...
Onlarında bir canı var diyeceğim ama insanlara yapılan katliamı düşününce ne desem bilmiyorum, umarım tıpkı insan katliamlarının kalktığı gibi hayvanlarında bir can taşıdığını anlarız zamanla...Ölsemde kürk giymem....

2 Ocak 2012 Pazartesi

Evlilik

Evlilik her insanın hiç değilse bir kez yaşamak istediği bir kurum mu desem? yoksa muebbet hapislik mi? Evlilik mutlak güzel, en azından bir erkeği bir kadına sonsuza dek bağlayan bir anlaşma durumu...Bu durum hoşuma gitmiyor değil...Yoksa ele avuca gelmeyen erkek doğasını elinde tutmaya kimin gücü yeterdi?
Evlenir evlenmez, toplum gözünde evli barklı olma durumu, benim hiç hoşuma gitmeyen yanıydı evliliğin...Erkek arkadaşlarımdan uzak kalmak zorunda kalmak bana fena koymuştu o yıllarda...Kankam bile ;(Yavuz) kendisi de evlendiği için bana mesafe koymuştu, çok üzücüydü oysa her sırrımı bilir her yere beraber giderdik; sinama tiyatro ve konserlar..Herkez bizi sevgili sansın! o benim en yakın en iyi dostumdu...
Bekar bir insanla evli insanın konumunun bu denli farklı olması, arkadaş bile olmaya engelken, o evliliğe çok saydım zamanında...yalnız seyehatler yasakları, giyim sansürleri ve kısıtlanan özgürlüğüm;benden çok şey çaldığı içinde çoook kızdım çooook...
Belki sadece çocuk doğurmak ve yemek yapmak için dünyaya gelen bir insan için bulunmaz nimettir zira benim gibi çok yönlü ve her daim hayatı keşif halinde yaratıcı bir kişilik için zorlayıcı bir kurum...
Kuzu sürüden ayrılınca kurtlar kapar misali bende ayak uydurmak zorunda kalsamda, biraz daha özgür ve kişinin kendi haklarına özgürlük tanıyan bir kurum olsaydı bende evliliği sevebilirdim...Ben sıradışı bir insanım, bana uygun değildi ama yinede evliliğe saygım var, güvensiz bir toplumda başka bir şey elden gelmez muhtemelen, avrupayı da örnek göstermiyeceğim, laçka bir toplumda istemezdim...Sonunu siz yazın benden bu kadar... m-jgan

Otuz yaş

30 yaşıma geldiğimde her şeyin bitmiş olacağını düşünürdüm, hiç bir şey yapmak istemeceğim gibi ; "30 yaşımda şunu ne yapayım , ya da bunu?" gibi cümleler kurduğumu düşününce bu gün mezara girmem gerekirdi, diye düşünüyorum...
Bu samimi bir itiraf tam 42 yaşındayım; "hiç göstermiyor olsamda, hatta üniversiteye gittiğimde hocaların beni ciddiye almadıkları gibi öğrenci sanmaları" bu gerçeği değiştirmiyor...Hayata yeni başladığım düşüncesi , bazende hiç yaşamamışım gibi bir duygu oluşuyor içimde...
Bir kadın gençlik dönemde kendini çocuklarına adapte ettiğinden ,sanırım hayatın tadını 40'ndan sonra çıkarmaya başlıyor...Zamanı ve zamanı getirdiği yaşanmışlıkları ve yaşanması gerekenleri bir bir hesaplayıp, yavaş yavaş içine sindire sindire tadına varıyor ve biliyor,
bu gün bir daha geri gelmeyecek...Ölüme yaklaştıkça zaman daha bir değere biniyor ve yakaladığı hiç bir ânı kaçırmadan özüne hapsederek sıkı sıkıya kavrıyor mutlu olduğu her şeyi...Ve onu mutlu eden her şeye asılıyor hayat gibi, su gibi ve ekmek gibi...
Sanırım 80 yaşında buruş buruş bir nine olduğumda, bende tv ye çıkan yaşlı ninener gibi;" aşk evliliği yapmak istiyorum" diyeceğimden korkuyorum..demek insanın sadece bedeni yaşlanıyor ve ruhu her daim genç kalıyor... m-jgan

1 Ocak 2012 Pazar

kırgın

gidelim gönül
burda senden benden bir iz kalmamış
meğer o şair sevgili bile
tek bir şiirini bile sana yazmamış
m-jgan