13 Ağustos 2011 Cumartesi


Çocukluğunu, kaybedilmiş bir yaşam, unutulmuş ve bir kenara atılmış, haksızlığa uğramış bir süreçte yaşayan arkadaşım :"kendi çoçukluğumu düşününce, o çocuğuğa çok acıyorum.Keşke o çocuğu bana verseler, büyütsem yeniden"dediğini hatırlıyorum.Kendi çocuğuna karşı verdiği sınırsız sevgi, özveri ve sabrının nedeni anlaşılıyordu.Büyüttüğü çocuk, kendi çocukluğuydu muhtemelen. Kendi acıyan, sağlıksız taraflarını iyileştirmeye çalışarak sağlıklı bir birey yetiştirmesini de engelliyordu.Sorunları ordaydı halledilmemiş birer yaraydı ve iyileşmemiş hiç bir yara onu anlaşılır ve herkeze karşı sevecen yapmıyordu.Kendi çoçukluğuna karşı gösterdiği şevkatin dışında sevgisi yoktu dünyaya karşı.
Çocukluk süreci karakterimizi, duygularımızı ve yaşama biçimimizi etkileyen çok önemli bir unsurdur.Daha ileri yıllarda eksik tarafımızı tamamlayıcı unsurlar ararız ve seçimlerimizi bunlarla özdeşleştiririz.Yaralı olduğumuz ve geçirdiğimiz tramvalar bu günkü ilişkilerimizde, kendini ortaya koyar.İçkici bir babanın kızı, ezik sorumsuz bir erkekle bereber olmayı, aklından bile geçirmez.Yine otoriter bir annenin erkek evladı, daha yumuşak ve sevecen bir eş seçecektir.
Geçmişi olduğu gibi kabullenip affetmek bizi ileriki yıllarda daha bir insan, daha sevecen yapacaktır.Kim olduğumuzu ve ne yaşadığımızı, eksik ve bize acı veren taraflarımızı olduğu gibi kabullenmek bizi daha anlaşılır ve güçlü kılar.Geçmişteki sorunları bu güne taşırsak, acılarına en zayıf anımızda yakalanırız ve bizi hasta eder.
Üzüntü, korku ve acı her zaman vardır ve yaşanmalıdır.Ağlayın, küfredin, anlatın ve vurabildiğiniz kadar dibe vurun.Bir süre sonra yaralarımızın iyileştiğini ve sorunun içinizde bittiğini göreceksiniz.Tıpkı fırtınanın ardından pırıl pırıl doğan bir güneş gibi daha dingin ve sakin...

12 Ağustos 2011 Cuma

Göksu


Doğadan, çimenden, topraktan ne denli uzak kalıp, kendimizi taş binaların içine hapsettiğimizden beri, mutluluk kapımızı nadir çalar oldu...
Ben sabahları saat 6'da kalkıp göksupark'ta yürüyüş yapıyorum.Bir nevi ruhuma taktığım, mutluluk serumu gibi bir etki bırakıyor üzerimde.Sanki ormanın içinde, kırmızı başlıklı kız misali salına salına yürüyorum, baştan başa gölün etrafını..Bazen bir kablumbağa geçiyor önümden selam veriyorum.En çok kazların sabah gezintisini seviyorum.Her sabah grup halinde komşuya giden kız grubu gibi, bir telaş içindeler.Yeşil başlı göval ördek bile var, sevesim geliyor.Kendimi çoğu kez tebessüm halinde yakalıyorum ve ne kadar aç olduğumu toprağa.Gölün o sessiz ağırbaşlı hali, alıp götürüyor beni hayallere ve en son ne zaman hayal kurduğumu bile hayal edemezken!
Anneannemi hatırlıyorum hiç bunalıma deprasyona girdiğini bilmem.İnanılmaz bir kadındı. Dağlarda bayırlarda çalışarak geçirirdi gününü.Ağaçları diktiği fideleri çocukları gibiydi, sesli severdi şaşırırdım.Akşam eve gelince yığılır kalırdı yorgunluktan, bir çuval gibi devrilirdi bir köşeye.
Evimde çiçek yetiştiriyorum ve her gün su veriyorum çiçeklere.Hiç değilse yetiştirip büyüttüğüm bir iki yeşil dal mutlu ediyor beni...Bir kızılderili sözü der ki "ömür boyu mutlu olmak istiyorsan toprakla uğraş".Bizler alışveriş merkezlerini tercih ederek kendimizi yapay güzelliklerin batağına sürüklüyoruz.Yalnızlığa mahkum olmuşuz, sevgisiz bencil en önemliside kimsesiz ve yalnız.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Erkek kardeşlerim


Bir kız için erkek kardeş, tam bir kabustur.Ama bir kız için iki erkek kardeş,karabasan kıvamında bir kabustur.
Onlar için kız kardeş, tam bir baş belasıdır.Dolayısıyla dünyanın en akıllısı, en güzel, en tatlısı olamaz.SALAKTIR!çünkü.İddaya girerim ki hepsi kız kardeşlerinin, salağın teki olduğunu düşünür.
Benim halimi düşünün, cin gibi bir erkek kardeş ve üstün zekalı bir abiye sahiptim.Onlar içinde SALAK 'tan başka bir şey değildim.
Ergenlik dönemimde şiire edebiyata olan merakım, onlar için alay konusu olmuştu.Sakladığım şiirleri birer birer bulup dalga geçerlerdi.Hatta altın bulmuş gibi birbirlerine gösterip, araya gülme efektleri katıp, saatlerce makaraya alırlardı beni.Bazen iyice abartıp, eve gelen erkek arkadaşlarıyla bir olup, hem kendileri dalga geçer, hemde arkadaşlarının dalga geçmesine musade ederlerdi.Büyük bir zevkle...
Bir gün Nazım Hikmet'in onların henüz bilmedikleri bir şiirini (Nazım Hikmet'i karış karış bilirlerdi oysa)kağıda geçirip, görecekleri bir yere koydum.İlk abim gördü.Hazine bulmuş gibi gözleri peltek peltek açıldı:
-Sinan koş Ayşe şiir yazmış!
Sinan dururmu? marş söyleyerek yürüyen askerler gibi beliriverdi abimin yanında:
-Ne yazmış?
Abim:
-Çekilmez bir kadın ol..dum.. yine(Sadece adam yerine, kadın yazmıştım.)Kah..kih..hah..hoh...
Sinanın yüzü kızarmış gülmekten:
_Salak bu kız yaaa...
Abim:
-Dur dur...UYKUSUZ...AKSİ...LANET...
Burda ikisi birden kahkahayı basıyor.Abimin elinde şiir yerde debelenerek gülüyor.Sinan ise şiirin devamını okuyor:
-Ver..ver...BİR BAKIYORSUN AĞZIM BİR HAYVANI DÖVER GİBİ...Salak bu kız...Gülmekten okuyamıyor devamını....
Bu duruma benim gülmem gereksede aldım elinden kağıdı:
-O şiir Nazım Hikmet'in.
İkisinin yüzünde birden ciddileşme oluyor bir an.Abim kıvırıyor:
-Ha...Neee... onun mu?Ama sen yazınca komik oluyor..Haydaaa olacak şey değil!
Gençlik yıllarım böyle geçti...Bu gün beni yere göğe koyamıyorlar.Meğer beni ne çok severlermiş.İnsan sevdiği deriyi yerden yere vururmuş sözü burdan gelse gerek.Niye yalan söyleyim onlarda benim en sevdiğim abim ve erkek kardeşim.Şaka bir yana ben onlara hiç kızamadım .çünkü ikisinide çok seviyorum..(Bu arada o yıllarda ben okulda, kompozisyon birincisiydim..Bilmezler bunu:))))

Uçurum Treni

Ölüm öyle kolayca anlaşılır bir şey değildir.Ben burda Zekiyenin, abisinin ardından ölüm köprüsüne kadar gidip, geri dönüşünü anlatacağım.

Zekiye abisinin ölümünü bir türlü kabullenemez.Uykusuz geceler, bitmek bilmeyen kabuslar,uyku ilaçları, sakinleştiriciler onu iyileştirmeye yetmez.Nasıl kurşun ilk hedefine ulaştığında acı vermez, daha sonra yakar yakarsa, Zekiyeninde acısı da her geçen gün biraz daha artar ve dayanılmaz bir hal alır.Ağıtlar yakar sürekli ve hayatla bağlantısını keser neredeyse.

Bir gün farklı bir şey olur.Her zaman ki gibi camın önünde oturmuş, uzaklara daldığı bir anda, Abi çıkagelir:

_Zekiye bu ne hal?Zekiye şaşkın bir o kadar sevinçli:
_Abi! der ve boynuna sarılır.Hasret sanki gözlerinde birikmişcesine, ağlamaktan abisinin yüzünü bile seçemez.
O günden sonra hemen hemen hergün gelir abisi.Karşılıklı bir masada saatlerce sohbet ederler.Zekiye herşeyi unutmuştur acılarını, çocuklarını, ve etrafında olup biten her şeyi.Sadece abisiyle gitmek ister ve bunu her gün dile getirir.Bu baskılara dayanamayan abi, bir gün Zekiyeyi karşısına alır ve konuşur:
_Bak Zekiye benimle gelirsen dönüşün olmaz!
Zekiye:
_Olmasın...
Abi
_Çocukların, kocan var!
Zekiye :
_Olsun ben seninle gelmek istiyorum.Abi
_Tamam seni götüreceğim.Dağların yamacından bir tren kalkacak.Tren seni görünce yavaşlayacak hemen bin..Zekiye hemen kabul eder ve treni beklemeye başlar.

Tren kara bir bulut yumağıyla dağların ardından iner çığırtkan sesiyle.Vagonların gümbürtüsü kulağı sağır edcek nitelikte.Derken yavaşlar kara tren. Zekiye koşar ardından .Vagonlardan biri açılır trenin bıraktığı rüzgar savurur zekiye'yi. Abi elini uzatıp zekiyenin kolundan çeker.Vagon, beyazlar giymiş bembeyaz yüzlü insanlarla doludur.Başlarında siyahlar giymiş upuzun bir adam beklemekte.Korkmaz Zekiye, abi vardır. Nereye gittiğinin ise önemi yoktur.Derken tren hızlanır vagonlar çarpar birbirine, kara dumandan yeryüzü görünmez halde'dir.Derken vagonlardan biri açılır abi zekiyeyi atar trenden:
_Yiğenlerime iyi bak.Der ve kapanır vagon.kara tren ise dağlardan ğökyüzüne doğru, uzaklaşır ve kaybolur.
O günden sonra bir daha gelmemiş abisi, bana göre ölümden dönmüş.Sevgi belkide daha büyük bir yüktür kalplerimizde..En yakınlarımızı kaybetmek bizide öldürür yavaş yavaş...

_



1 Ağustos 2011 Pazartesi

Melodi


Zeynebin en büyük hayali müzik,hayatta hiç bir şey için böyle mucadele etmedi sanırım...Bu gün, güzel sanatlar sınavı vardı ve sabah altıda da kalkıp ,akşamın yedisine değin okulun kapısında bekledi ve benide bekletti...Bunları yazmamdan rahatsız olduğundan çekinerek yazıyorum ama asıl konu benim gördüğüm Melodi adındaki kızın üzerimde bıraktığı etkiydi kuşkusuz...
Üç kızın öğretmenim dedikleri bir bayanla herkez gibi beklemeleri farklı değildi kuşkusuz zira öğretmenleriyle gelmeleri ilginçti...Diğer iki kız sürekli hoplayıp zıplıyor ordan oraya koşuyor aralarında kıkırdıyorlardı...Melodi kendi halinde güzel gözleriyle şaşkın etrafa bakıyordu...Bir ara tanışmaya yeltendim bir hayli sıkılmıştım en iyi kankaları böyle sınavlarda bulurum nedense; Öğretmenim dedikleri bayan kızların uzaklaşmalarını fırsat bilerek kurumumuza bekleriz dedi...
Çocuk esirgeme kurumunda büyümüş üç kızdı ve sınava onları doğal olarak öğretmenleri getirmişti gönlüm acıdı bir an ...En çok ta Melodi için ...Öyle güzel öyle tatlı ve narin ;alıp eve getirmek annelik yapmak istedim ama bu çok zor ve kimse annenin yerini tutmaz bilirim.. Sevindiğim taraf çok bakımlı ve mutlu görünmeleriydi çocuk esirgeme kurumunda büyüdükleri bile belli değildi...Valla bravo onlara gıpta ettim ve en yakın zamanda ziyaretine gideceğim...Çocuk esirgeme kurumlarının böylesine ciddi ve saygın olabileceği aklıma gelmezdi...