26 Eylül 2011 Pazartesi

Sena Hanım

Kendi dünyasında pırlantalar, elmaslar, envai çeşit mücevherlerle süslü cenneti yaşardı Sena hanım.Aşk, ona göre kendisine bakan, gezdiren ve iyi yaşatan erkekti muhtemelen..Duygularla işi olmazdı, kocasını yitirdiğinden beri" hem hoş"kocasına da pek erkekçe bir duygusu olmamıştı, döven söven ama iyi bakan biriydi ona göre.İnançları öyle herkezce camiden camiye değildi Sena hanımın, bambaşka bir dünyanın ve sonsuzluğun büyüsüne kapılır gözleri alır giderdi benliğini peygamberlerin hayatına.Allah aşkıydı belkide onu ayakta tutan manevi kuvvet.


Ne kadar ciddi konuşursa konuşsun, tatlılığı ve sempatikliği bir de şiveli konuşmaları, insanların onu ciddiye almaması için en büyük sebepti.Bazen makaraya alırdı yeni tanıştığı insanları; "ya-ya" diye onaylayarak! aslında bu "he-he...tabi tabi.sen benim külahıma anlat demekti." Hekikaten kelimesini bilmezdi, "Zere oğul" vardı onun sözlüğünde, ama tatlıydı çok tatlı ve çok özel...Safmı, uyanıkmı? diye düşündüren cinsten, hızlı hızlı yürüyüşü, otobüsün en önüne geçip paldır küldür binişi, karşıdan karşıya sağına soluna bakmadan bir çocuk gibi koşarak geçmesi; "sanki hızlı koşunca arabalar onu yakalayamaz mantığıyla" akıllara her geldiğinde insanı mutlu gülümseten sena hanımın hayatı hiçte kolay değildi, öksüz üç çocukla hayatını, çeşitli işlerle kazanmaya çalışırken...

Tüm hayır kurumlarına kayıtlıydı; kızılay, fak-fuk-fon muhtalık.Taşındığı her mahalleden ayrı bir yardım alır, hatta aynı kurumdan adres değişikliği sebebiyle yeniden alırdı.Nerde bir yardım dağıtılsa, oradaydı Sena hanım.Yüzüne büyük gelen başörtüsü, numaralı gözlükleri ve elindeki pazar çantasıyla dikilirdi kurumun önüne ama o hiç bir zaman sıra beklemezdi.Birer birer aşarak insanları, en ön sıraya geçmeyi başarır, hatta yüzünede hiç bir şey olmamış gibi ciddi bir ifade takınırdı.Çoğu zaman yakalanırdı ama bunun için antramanlıydı;
-Bak şu kadına, en öne geçti, vay uyanık!
Sena hanım;
-Git kardeşim git, ben sabahtan beri burada bekliyorum, nasıl adamsın sen!birde cık cık ekler, adam baş edemiyeceğini anlayınca susmak durumunda kalırdı.


Farma eczada çalıştığı günlerden bir gün " ecza deposunda yakmak için kağıtları eve getirirdi" ona göre yiyecek şöleni olan bir kokteyle tanık olmuştu.Şık giyinmiş insanlar, çeşitli mezeler, ve içki partisiydi.Birden evdeki çocukları geldi aklına ve içinden "zıkkım" yiyin dedi ve yüzüne sahte gülücük takınarak;
- Ne güzel bir partiymiş dedi.
Usta başı;
-Gel Sena hanım, sende iç...Önce terettüt etti, içki koymamıştı ağzına;
-Olur dedi ve içer gibi yaptı, aslında onun tabiriyle pepsi-colaydı içtiği asıl amacı mezeleri çantasına doldurmaktı, doldurdu da epeyce... Bu arada tüymesi de gerekiyor ne yapsın, birden sarhoş numarası yaparak herkezi makaraya alıp alay etti.Herkez gülüyordu haline ama Sena hanım daha çok gülüyordu kerizlere...
Usta başı;
-Hadi sen git sarhoş oldun ama dikkat ette düşme.
sena hanıma gün doğmuştu;
-Ya ya ben gideyim ama şu kağıtlarıda sırtlanayım deyip kapıya yöneldi.Çuvala doldurduğu kağıtları sırtına yükleyip evin yolunu tuttu.Eve koşar adımlarla gidiyordu, eli kolu dolu, sevinecekti çocuklar.O akşam hep beraber kahkahalar atarak; "güldüğü zaman havaya bakar gözünden yaş gelirdi" güzel bir akşam geçirdiler hep beraber.

Günler her zaman böyle dolu dolu ve şanslı değildi, bazen talihsizlik bir yumruk gibi inerdi yüzüne, tıpkı ecza deposunda çalıştığı bir televizyon çalınana dek.

Bir sabah işe geldiğinde, yüzüne inen öfkeli bakışlara bir anlam verememişti.
usta başı;
-Bak Sena hanım, biz seni severiz nitekim, sen televizyonu çalmışsın!Ayıp değilmi?
sena hanım, ilk şoku atlattıktan sonra yalvaran sözcüklerle,kendini kurtarmaya çalıştı;
-Yok kardeşim ne çalması? benim bir şeyden haberim yok, dese de kimse ona inanmıyordu!
Usta başı;
-Sen çaldın yalan söyleme!
Sena hanım korkmuştu ama bir taraftan da içi rahattı,çünkü o çalamamıştı, nasıl olsa alaşılacaktı.
Karga tulumba bir koltuğa oturttular Sena hanımı, başında bir sürü insan;
-Bak doğruyu söyle, yoksa hapse girersin!
Sena hanım,
-Yok kardeşim ben çalmadım, gelin evime bakın, ben çalsam işe gelirmiyim?

Bir süre sonra, polisler gelip götürdüler, hırsızlık şübesine.Durum son derece aşşağılayıcıydı, ne arayacak bir yakını, nede kendini kurtaracak biri vardı.Allaha sığınıp dua etmekten başka çaresi yoktu Sena hanımın.

Karakol suçlu doluydu ve hırsızlıktan yargılanan suçlular vardı.Birden polis genç bir delikanlıya tokatı yapıştırıp;
-Utanmıyomusun hırsızlık yapmaya?
Delikanlı;
-Valla billa çalmadım komserim!
-Kes lan, yalan söyleme!şimdi ayağımın altına alırım, ALIN ŞUNU...
Sena hanım tir tir titriyordu korkudan; ya kendinede bir tokat atarsa polis, sonrada hapse atarlarsa!

Aradan bir iki saat geçtikten sonra polis;
-yürü hanım evini arayacağız.
Bu duruma sevinmişti nede olsa kendisi çalmamıştı, suçsuz olduğu anlaşılacaktı.karga tulumba ekip arabasına binmek üzereyken, koşa koşa usta başının geldiğini gördü;
-Durun hırsızlar yakalandı!
Sena hanım;
- oh çok şükür, ben demedim mi size?bir de beni hırsız tuttunuz!
Usta başı ve polisler;
-Kusura bakma bacım, gel seni evine götürelim.
polislerde usta başı da, Sena hanımın yüzüne bakamıyordu, özür dilemekten helak olmuş, ekip arabasına bindirip evine bıraktılar, yolda ise özürün bini bin para...

Eve geldiklerinde, çantasından anahtarı çıkarıp, evin kapısını açtı.Ev harabeye benziyordu, camların nerdeyse yarısı kırık ve gazeteyle kapatılmıştı.Beton bir giriş ve bir odadan ibaretti, iki somya ve eski bir kilim, televizyon diye de bir şey yoktu.Uyumsuz bir vitrin ve içinde nerdeyse klasik romanların tümü...akıllı oldukları gözlerinden belli olan, iki erkek ergen ve güzel bir kız gözlerini dikmiş polislere bakıyordu.

Polislerde, ustabaşıda iyice baymıştı özür dilemekten, üstelik Sena hanımı kızdırmaya bile başlamıştı, yaptıklarının bir özürü mü olurdu, anlayıp dinlemeden hırsızlıkla suçlamıştılar kendisini.

Sena hanım;" affettim hadi gidin" diyene kadar dikildiler kapıda, yorgundu ve üzgündü, olayı anlatırken iki damla yaş döküldü gözlerinden.Pencereye oturup, gözlerini uzaklara dikti saatlerce.Çocuklar bu tür aşşağılayıcı ve olağan dışı durumlara alışıktı, sarsılmadı hiç biri.Gece ilerlerken iki kardeş aralarında sohbete başladı ve en sevdikleri çay demlendi.Ana kız sohbete dalıp unuttular günün ağır kokusunu.

23 Eylül 2011 Cuma

Kaçak

Zalimdi;
başı bulutlarda gezer, acımazdı kendine bile.hayatı dolu dizgin, üst üste dizilmiş titrek taşlarla örülü ve her an sallantıda.

Ben küçük bir kızdım, onu severdim o ise yalnızca beni severdi, yalnız beni,Başkalarına soracak olsam ciğeri beş para etmezdi sanırım ama benim için dünyayı ters yüz edebilirdi.

Bizde kaldığı günlerin ardından bir gün, farklı bir şey oldu; gidiyordu! ben ise ağlıyordum, vedalaşmaya filan çalıştı,ama ben elini bırakmıyordum.Birden "hadi sende gel" dedi, hiç terettüt etmedim, annemin kızacağını bile düşünmeden bindim otobüse, beni daha önce hiç görmediğim bir köye götürdü; Kendisi çekip gitti, sebebini bilmiyordum.

Emaneti büyüktü, yani ben!Annesi kardeşleri ve köydeki herkes beni başına taç etmişti, bununda sebebini fazla bilmiyorum.Köy fakirdi, çay şekerini bile sandıkta saklıyorlar, misafirlere ve sadece bana çay ikram ediliyordu.Sedir kilim ve ekmek pişirilen tandırdan ibaretti ev.Mutlu insanlardı hiç kavgaya tanık olmadım ve her zaman hayran kaldım tanrı misafirine gösterdikleri alakaya.Ben her zaman abi dediğim bir adamla gezerdim, onun kardeşiydi. Tarlada geçerdi tüm günümüz ilk şöförlük deneyimim traktör olmuştu ve en sevdiğim şeydi.Ben traktörün başında abi yanımda beraber tarlayı sürerdik, öğlen olunca taze salatalık, köy peyniri ve domates'ti yiyeceğimiz.Akşam eve dönerken en sevdiğim şey traktör sürmek ve çağıl çağıl akan dereden geçmekti.Bazen bir düzine erkek çocuğu bana laf atardı, o köy için fazla güzeldim.

Ben annemi özleyene değin günler böyle sürüp gitti.


Bir sabah o geldi.(yıllar sonra bir kaçak olduğunu anlamıştım)Kollarını açmış bana bakıyordu bir süre donup kaldım sonra deli gibi koşup kollarına atladım, yemyeşil gözleriyle bana bakıyor bir taraftan "seni deli kız özlettin kendini" diye şakalar yapıyordu, bir sürü hediye vardı elinde ama en güzel hediye kendisiydi.

Bir gece yola çıktık sasatlerce yürüdük canım sıkılmıyordu, konuşacak bir sürü şey buluyordum, her bakkaldan ne istersem alıyor, ne anlatsam gülümseyerek dinliyordu.Ben çok konuşurdum cırcır böceklerinden bir farkım yoktu, o beni sabırla dinler her seferinde ilginç bir şey anlatıyormuşum gibi dikkat kesilirdi, belkide bunun için severdim onu. Toprak ve tezek kokan bir eve geldik, sanırım teyzesi filandı, geceyi o evde geçirdik, ertesi sabah yine yola koyulduk.Ben zıplaya zıplaya yürüyordum, bazen"bak diyordum tek ayak yürüyebiliyom" Bazende, eteğimi kendi etrafımda döndürüp ilginç bir şeymiş gibi o na gösteriyordum.Hele sorduğum o saçma sorulara nasıl katlanıyordu ve sabırla cevap veriyordu; üstün güçleri vardı sanırım.Otoyola geldiğimizde en azından arabaların sesi bana sıcak ve güzel gelmişti.Saatlerce bekledikten sonra nihayet bir otobüs geldi ve bindik.Yolculuğu oldum olası severim, hiç sıkılmadım, hem nasıl olsa o vardı.

Şehir merkezine geldiğimizde birden teyzemlerin evine doğru geldiğimizi anladım bence tesadüf değildi."Bak dedi nereye geldik" teyzemin evini gösterdim çığlık çığlığa."hadi sen teyzene git şimdi, ben seni işim bitince almaya gelirim" dedi ve ben inandım, her zaman oyunlara kandığım gibi. Doğruyu söyleseydi asla inmezdim, kandırmıştı beni ardında bir umut bırakarak, aslında hiç gelmeyecekti ama ben yıllarca o nu bekleycektim.

22 Eylül 2011 Perşembe

Mutluluk


Mutluluk nedir? diye soracak olsam, herkes kendi eksik taraflarını söyleyecektir.Engelli biri, "koşmak" diyebilir.Maddi sıkıntı çeken biri "para", sevgi görmemiş biri ise"aşk" diyecektir muhtemelen.Her insanın bir açlığı ve eksik tarafı var.

Bana soracak olsanız, gençlik yıllarım diyebilirim, kaybettiğim ve sahip olamadığım her şey.Okul benim için bir tutkuydu ve bırakmak zorunda kaldım.Dur! hemen şimdi "okumak isteyen her daim okur" gibi bir cümle duyuyorum.Hayır bu herkes için geçerli değil en azından benim için.Yıllarca içimde büyüttüğüm bu tutku beni mutsuz bir insan yapmaya yetti.Hayatı başkalarının istediği gibi yaşamak durumunda kaldım, ideallerim ve hayallerim uçup gitti.Babamı kaybederek yitirdiğim bir hayatı, okul hayatıma son vererek birkez daha yitirmiş oldum ve içimdeki boşluğu doldurmaya yetmedi hiç bir şey.Ben istenileni yaptım tıpkı bir eşya gibi, bir eve ait makina gibi
Farklı kültürler, farklı yaşamlar ve kendi içimdeki yalnızlık, öksüz bir çocuktu ve avutulmaya teselli edilmeye muhtaçtı.

Belki herkes benim gibi itiraf edemez ama ben mutlu insanda fazla göremiyorum.Bir makina gibi kurulmuş, üzerimize giydirilmiş bir yaşamı sırtımızda taşırken, sadece yaşlandığımızda anlıyoruz her şeyin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu.Ölüm ve yok olup gitmek varken, kaba bir tabirle eşşekler gibi sırtımızda çekiyoruz günleri, haftaları hatta yılları.


Bir ingiliz kadını ya da rus kadını, kadın olmayı annesinden öğrenirken, bize öğretilen sadece kahır çekmek ve sabır oluyor.Mutsuzsan bize söylenen"Napacan, çekecen bak falancaya"gibi sözler olacaktır.Bazen bir yumruk atasım gelir sözüm meclisten dışarı.Erkeğin şımartıldığı bir toplumda aslında okumuş olmakta yetmiyor, en modern düşünen bir kadın bile önce erkeği kayırıyor.Bu durum her toplumda geçerli olsada bizim ülkemizde daha bir bariz ve kanunlaşmış durumda.

Bir kadın en azından, erkek çocuğunu yetiştirirken, padişah çocuğu gibi şımartarak topluma teslim etmemeli. Annesine ve kadınlara saygıyı, dürüst olmayı, ve bir kadını mutlu etmeyi öğretmeli.

Topluma teslim edilen her çocuk, güzel bir geleceğin tohumlarıdır.Herkes mutlu olmayı hak ediyor bence ve iyi bir hayatı.Kahır çekmeyi değil, kendini kayıran sağlıklı bir birey olmayı öğretilmeli bence, kimse kimseyi de çekmek durumunda değil ama herkes herkese saygı duymak zorunda.İnsan hayatı değersiz ve zavallı olmamalı, hayat bu kadar güzel ve sonsuz değilken.

10 Eylül 2011 Cumartesi

oyun çocuğu


Bütün gün kapıyı tekmeledim ve hönküre hönküre ağladım.Abim pis pis güldü durdu bana, erkek kardeşim ise elinde bir büyüteçle bazen benim saçımı bile inceledi.Kapı kilitliydi annem yapmıştı bunu, çekip gitmişti yine, babamı bir sabah tahta bir kutuya koyup götürdüler, bir daha hiç gelmedi!

Ev soğuktu, en son kömürü dün yakıp ısınmıştık sanırım.Abim küçük tüpe ellerini uzatmış ısınmaya çalışıyordu, bir ara ağlarken sızıp kalmışım rüyamda geleceği gördüm..Dağlardan tepelerden ustalıkla aşarak büyük bir dağa ulaşmıştık.

Babam beni kandırmıştı, uyuyan bir bebek istemiştim, getirdi getirmesine ama bebeğin gözleri faltaşı gibi açıktı"Sen uyuyunca o da uyur dedi"yıllarca ben uyuduğumda onunda uyuduğuna inandım ve anladım ki çocuklar hayallerini harekete geçiren oyunları seviyor.Annemde oyun oynamalıydı"Görünmez oluyorum" deseydi bütün gün ağlamak yerine bu oyuna kendimi kaptırıp oyalanabilirdim.Abim "Ağlama kardeşim yoksa çirkin olursun" deseydi, susardım.küçük bir çocukken hep ağlardım çünkü benimle kimse oyun oynamazdı.

Ben yetişkin olduğumda çocuklarla her zaman oyun oynadım, örneğin bir mahkumun çocuğuna:(Üzülme, babanın üstün güçleri var ve burada kötü adamları yakalaması için tutuyorlar) dediğimde sevinçten gözleri parlamıştı...Sürekli zıplıyordu cama ve bağıra bağıra:(Baba sen adam mı öldürdün diyordu)babası şaşkın ne dese olmaz...Giderken göz kırptığını gördüm babasına...rahatlamıştı babası gözünde kahramandı ve bu oyun onu yıllarca avutacaktı...
Ekmeğine ne sürsen sevine sevine yer bir çocuk, zira bazı olağandışı durumları,mecaz anlamı olan sözleri anlayamaz:(külahları değişiriz gibi)Babamın cenazesinde bile, bir ağaca sarılmış dönüyordum habire, keşke benim yüzüme bakarak bir kaç dedikoducu kadın:(Yazık şu kızın babası ölmüş demeseydi)Babası Cennete gitmiş, kelimesini tercih ederdim..Çocuklar oyun sever ve hiç bıkmaz oynamaktan...Onlara sarılın ve en yaratıcı oyununuzu oynayın, hayal kurarak çocukluğunun tarmvalarını, daha hasarsız atlatmasını sağlamış olursunuz ve bu her şeye değer inanın...

9 Eylül 2011 Cuma

ihtiyar


Şimdi koskoca bir yalnızlığım ve yaşlıyım.Eskiden oğullarım vardı, genç kadınlara gittiler.Yaşlılıktan gözümde görmüyor, cigaram nerde?
Kış geliyor, artık balkondada oturamam ne kötü evde bir başına televizyon izlemek kanallarıda bulamaz oldum.Hiç değilse kapıdan geçen öğretmene, avukata, kapıcıya laf atıyordum, boynumda tutmaz oldu camdan bakarken soğuk almış olmalıyım.
Oğullarım evin tapusunu istedi oh olsun vermedim, genç karıları öğretmiştir.Torunlarımıda getirmiyorlar artık, kız da aynı anasına çekmiş, oğlanıda ne zaman öpsem yüzünü siliyor, ağzımda ne var tertemiz kadınım.Hah şu gelen benim oğlan"Yavruuum, kuzuuum, aslanım" gözümde görmez oldu her kara saçlıyı senin oğlan sanırsın.Hah-hah...zırnık koklatmam beni hemencecik tıkarlar huzur evine, kolumdaki bileziğe bile göz dikti soyka karısı"Sen ne yapcan bana ver" demez mi!vermem delimiyim ben...Hah zil çaldı kapıcı oğlum"Nine nassın?yaş kaç 73 varmı?"Bak şu densize sana ne benim yaşımdan yerden bitme!Uyuyamıyorum sabaha değin konuş konuş kendinle.Gözümde görmüyo cigaram nerde?Bakkala gitsem yine kaybolurum kesin, geçen hanım bir kız getirdi karıştırdım evi.Caminin orda evim dedim"Burası köymü teyze adresi söyle"dedi" cüzdanımda yazıyordu adresim ama evde unutmuşum" dedim.Bakkalı hatırladım da allahtan!
Hay yaşlılık eskiden her yere yalnız giderdim şimdi evi bulamaz oldum, oğullarım gelmiyo gel bizde kal diyorlar ama karıları" Ben istemem senin ananı diyor sağırda olmadım duydum gece...Cigaram nerde...

savaşçı


Cezaevleri, öyle dizilerde anlatıldığı gibi değildir. Dayak , işkence ve gözle görünür aşşağılanma!Polis gelir kibarca gözaltı emrini gösterir ve araca bindirip götürür.Elleri kelepçelenerek çıkar mahkum duruşmaya ve orda başlar asıl utanç ve aşşağılanma duygusu.İçeri girdikten sonra her şey biter, asıl iş görüş gününde yakınlarıyla olan göz temasıdır.Koğuşlarda ışık söndürmek yasaktır ve mahkum ilk günlerde uyumakta zorlanır.Ne demiş Ahmet Arif(Akşam erken iner mapushaneye, ejderha olsan kar etmez.)
Polis, mahkuma öyle sorular sorar ki afallar kalırsın,( ben falancayı arıyorum) demez, (senin neyin olur)gibi yalan söyleyemeyeğin sorular sorar.İçerde bir hayat vardır, insanı insan yapacak nitelikte acılar, yalnızlıklar ve delice özlemler.
Dışardaki insana daha zor gelir mahkumiyet.Toplumun baskısı, acıyan bakışlar güçlü olanıda yıkar kalabalıklar arasındaki, yalnızlıklar.Ama çok şey katar insana acılar.Aldırmamayı ve yalnızlığı öğrenir dışardaki insan, sakin ve hoşgörülü olmayı ve geniş düşünmeyi.
Acı çeken insanların gözlerinde yıldız sağanağına benzeyen pırıltılar ve her ışığında ayrı bir yalnızlık ayrı bir yara saklıdır...Mutlu olmayıda öğrenmiştir, tüm kalleşliği ve şerefsizliği teğet geçerek.Dostunu düşmanını ayırt etmiştir, bu yüzden ekmek kavgasında hınca hınç savaşan emekçinin yanında gezer dururum.Korkutmaz beni, ne ruh hastası ne pisikopat nede mahkum, anlarım dilinden!Beni asıl kibir korkutur, hasarsız bir kalp, dingin bir hayat, onları anlayamam işte hele birde arada gözleri dalıp gitmiyorsa uzaklara.Çünkü o bakışlar bir hazine taşımaz gönül denizinde, bir çakıl taşı atsan boş zemine düşer oysa suya düşmesi ne başka...
Asıl sorun savaşmayı bilen bir askerin özgürlüğü bilememesidir, işte burda başlar boşluk, asıl yalnızlık, kınından yeni fırlamış bir kılıç gibi öfkeli, yorgun bakakalır hayata...Asılı kalır, yarınlara ve özgürlüğe sakladığı yaşanmamışlıkları; darağacında...

Özgürlüğün altında bir kent vardır, kentte koca bir enkaz ve "yırtık bir tül gibi savrulup durur zaman."....

5 Eylül 2011 Pazartesi

Geveze


Geveze insanları bir türlü anlayamam, bunca kelime dağarcığı ve inanılmaz performans şaşılacak şey! Komşum bana kahve içmeye gelmişti, daha önce tanışmamıştık ve onun hakkında hiç bir şey bilmiyordum muhtemelen daha sonra ben onun hakkında her şeyi öğrenmeme rağmen o beni hiç konuşturmadı! konuşmayı özledim yanında diyebilirim(Yeter artık bende konuşmak istiyorum benimde hakkım) dememek için kendimi zor tuttum. Kahve sırasında kızını evini, yaptığı seyahatleri bir çırpıda anlattı, bana sorduğu sorulara ise yine kendi yanıt verdi:(Bende tatile gidemedim) kelimesini araya sıkıştırabildim sebebini anlatmak için uzun cümleler kurmam gerekiyordu ve biliyordum kesinlikle dinlemezdi...Zaten kendi cevap verdi:(eee eve o kadar para harcadınız artık seneye gidersiniz.) kızımın okuluyla bağlantılı olduğunu anlatamazdım imkanı yok, pes ettim ve onu dinleyerek, sabrımı ölçtüm...Ama gırtlağına sarılmak, sus artık demek istedim, bunu gerçekten istedim.