30 Haziran 2011 Perşembe


Akşam olup göle bakan balkonumda derin düşüncelere daldığımda çoğu zaman düşündüğüm öyle ne bir eksiklik nede yalnızlık..Ya perdelerdedir aklım yada yarın pişireceğim yemekte ...plan yapıyorumdur aklımdan...Yani sağlıklıyım..Bir zamanlar bu durumu bile özlemiştim..karanlık bir kuyuda yalnız aç susuz hissettiğim günleri düşününce..Sıradan olayları ve sıradan düşleri kıskanacak kadar kaldım o dipsiz kuyuda...hep bunu yazıyorum zira hayatımın büyük bir bölümünü içeriyor..Bu arada iki çocuk büyüttüm..kendine güvenen başarılı düzgün insanlar..toplum olarak öz güvensiz olduğumuz için ,bir çoğumuzun yaralarına merhem olacak sağduyudan habersiz yaşıyoruz..toplum bizi fark edemiyor..Engelli yiğenimin ve ablamın acılarını anlayacak güce yeni sahibim..Teyzesinin düğününde horon tepmeyi neden istesindi ki engelli bir genç...Düne kadar bu düşünceye sahiptim..ve yaşadıklarını en yakınları bile göremiyecek kadar sağır bir toplumuz...yada sevim(engelli arkadaşım)neden en büyük hayali salıncakta sallanmak olsundu..yiğenim oğuz daha önce ona hiç değilse sıradan bir kaç gün bakmanın ağırlamanın onlarda yarattığı özgürlüğü neden şimdi anlıyorum..kendi yaralarımızı bile saramazken başkaları için ne yapabiliriz ki..sevim için sadece arabamı tahsis ettim ...onu özgürce dışarı çıkarabilmenin mutluluğunu ben daha çok yaşadım..Artık oğuzu zaman zaman misafir ediyorum ve bu duygu beni ablam ve oğuzdan daha mutlu ediyor..bir yerlerde bir yara varsa ve biz bu yarayı toplum olarak saramıyorsak...Biz cahil bir toplumuz..bu ayıp hepimizin ayıbı..
Dünyanın en güzel gözleri...Yıllar sonra baktığımızda dünyanın en hüzünlü gözleri.Bazen boş boş düşüncelere kapılırım ... İnsan ömrü 400 yıl olsa gibi....sıkılırım filan demeyin hemen.İnsan hayattan hiç sıkılır mı.?şimdi ben çocuk sayılırdım... 150 yaşında ergen..300 yaşımda hayatımın en olgun çağı...görmediğim yerler,yapmak istediğim ideallerim için bol bol zamanım olurdu.. dünyalar dolusu kitap okumak ,dünya turuna çıkmak,monaliza resmini yakından görmek isterdim..ömrümüz 400 yıl olsaydı Atatürkü tanıma imkanım olabirdi örneğin...Hayatı acele tarafından yaşıyoruz içimizde kalan üktelerle...ne olduğunu bile anlamadan ölüp gidiyoruz..Tam rahat ettim derken ecel gelmiş gençlik gitmiş...dünyanın en güzel gözleri neye benzemiş..

ruhsal yalnızlık

Yalnızlık kapımı yıllar önce bir sahil kasabasında çalmıştı.Yazlık bir sitede, küçük çocuğumla 3yıl yaşadığım bir sırada..Eşim sürekli sehir dışında oluyor ve ben uzun süre oğlumla bir başına arşınlıyordum sahilleri..koskoca sitede tanımadığım bir kaç ışık ve yalnızlık..kapımı dilenci bile çalsa misafir eder öyle yaşama dair sohbetler edebilirdim..mutsuz değildim ..Hatta çok mutluydum..Bir bayram sabahı yalnızlığı daha derinden hissetmiştim..Eşim ben ve oğlum uyanıpta ne yapacağımızı bilmediğimiz bir anda..Oysa bayramlık bile almıştık..peki nereye ve kime gidecektik..öylece kalakaldık bir başımıza...hiç unutmam sanırım mahallenin delisiydi dayı diye lakabı olan bir adam çaldı kapımızı...kusura bakmazsanız bayramlaşmak için geldim demişti..gözlerimiz parlamış evde ne var ne yok ikram etmiştik kendisine...bu gün anlıyorum ki asıl yalnızlık duygusal olanıymış..kalabalıklar arasında sessiz kimsesiz olmak ..her insanın yaşlandıkça geleceği nokta bu olsa gerek...

29 Haziran 2011 Çarşamba

Anlaşılamamak Üstüne


Hayatım boyunca yeterince anlaşılmadığımı düşünüp durdum..Kendimi anlattım, derken bile yanlış fikirlerin esiri oldum..Muhtemelen bu durum herkes için geçerli değil tabii ki..Beni hiç tanımayan insanlara, bazen hayret etmişimdir.. Beni bu kadar iyi tanımayabilmeleri konusunda...Bence bu durum tamamiyle duygusal zekayla ilgili..Her insanda olmayan ,çok özel bir yetenek..Bende biraz var sanırım ama biraz...bazı insanlarda hiç yok...Bazı kişilerde ise insan üstü bir yetenek söz konusu..Asıl zenginlik de bu... Yani ruh zenginliğidir bence...Geniş düşünebilmek,insanları yargılamadan onların yerine koyarak hareket edebilmek,zevklerine inançlarına saygılı olmak..İşler yolunda gitmediğinde sadece kendini korumak yerine, karşı tarafıda kurtaracak bir planı olmak,insan ayrımı yapmamak yapıyorsa da inciltmeden,suçlamadan... Akıl vereceksen bile insanın kişiliğine kendine değilde davranışına yönelerek...sinir bozmadan, akıllıca sakin ve su gibi ikna etmeye çalışmak..İşte gerçek zenginlik, duygusal zeka ve erdem budur...Bence...

28 Haziran 2011 Salı

deprasyon

Deprasyondaki bir insanı ilk abimde gözlemlemiş,onu hiç anlamamıştım...Yaşamla ölüm arasında bir çizgideydi...Yüreği ağrıyordu.;geçer, hayat güzel,güçlü olmalısın.. gibi cümlelerin ona gelen anlamsızlığını fark edememiştim..Oysa sadece yanında olmak yeterliymiş.. Bu kadar basit..eşim benden daha çok yardımcı olmuştu...Hastaneye götürdü ve sabaha kadar yanında kaldı..Yatırdılar..Bir hafta sonra resim yapıyor ve yüzü gülüyordu...yıllar sonra bende aynı bunalıma girdiğimde anlamıştım yaşadıklarını..Hayattan keyif alamamak ölümün cazibesine kapılmak..benim yaptığım hataları etrafımda ki herkez bana yapmaya başladı bu kez..Ben kaştım..Herkezden ve her şeyden hatta kendimden bile..Sadece abim geldiğinde mutlu oluyordum..Bana soru sormuyordu..Yaptığım saçmalıklara izin veriyordu..Beraber müzik dinliyorduk..Yargılamıyordu beni...ruhum ağrıyordu..her şey yük olmaya bşlamıştı bana...ilaç kullanmaya başladım..bu kez sorunları alt etme yeteneğimi yitirdim..Hiç birşey üzmüyordu beni..Anladım ki sorunu içinde çözmeden hayatıma devam edemiyeceğim..Bir yıl süren bir iç savaştan sonra kendime gelebildim ..İlaçları bıraktım..artık iyiyim.. Deprasyon bana sağlıktan önemli bir şey olmadığını ve bu sorunu yaşayan insanlara nasıl davrammam gerektiğini öğretti...

26 Haziran 2011 Pazar

Yeğenim Berk




Yiğenim berk henüz (5 yaşında)yaşını umarım doğru yazmışımdır...fazla görmüyorum Akçakocada oturuyorlar..bu gelişinde beni bir hayli zorladı... Zekası yaramazlığıyla birleşince, bir çocuk yetişkinleri maskaraya çevirebiliyor...belgesel izleyen ve hayvanların ismini benden iyi bilen bir çocuktu karşımdaki...bizde kal dediğimde;herkezin bir evi olur hala ..diye cevap veriyordu.Beş yaşından küçük bile olabilir..Seni nereye götüreyim deyince;Afrika .diyordu resmen..Ama en şaşırtan sözü şüpesiz..;seni gerçek seviyorum halacığım..olmuştu.donup kaldım.. küçücük çocuk gerçek sevgiden bahsediyordu bana...ben bu güne kadar kaç insanı gerçekten sevmiştim?yada kaç insan beni gerçekten sevmişti?doğrusu yalandan sevdiğim insan sayısı daha çoktu..gerçek sevgi sadece çocuklarıma ve anneme duyduğum sevgimi .bilmiyorum... ama bir gerçek var ki berk beni gerçekten seviyordu..yaşamım boyunca en azından bir kez beni gerçekten seven biri olmuştu...

25 Haziran 2011 Cumartesi

ruhun gidilmemiş derinlikleri


Gerçekle ruh arasında uçurumlar yeşeriyor çağın gidilmemiş kalp kuytularında...ve kolayca..yolculuklar...satmış imgelerini zamansız buluşmalarda...ve sevinçle..unutmuş kaygısını yasakların... dokunmadığı sevgilerde...çalmış sevincini kederini koyup yerine... kafa tutarak gitmelere...unutmuş dilini suskun...bilmediği bir yerde konuşuyor habire..

23 Haziran 2011 Perşembe

Arabamla çarşıya gitmek için, yola çıktığım bir sabah, yaşlı bir kadın uzanıp pencereye;Kızım beni çarşıya bırakırmısın dizlerim ağrıyor dedi... Arabama aldım..O kadar çok dua ediyordu ki doğrusu hoşuma gitmişti..Dizlerinin ağrıdığı fizik tedaviya gidemediği söyledi.. .Ayşe teyze;çocukların yokmu senin? söyle götürsünler, demiş bulundum ve böylece ,ona dair her şeyi dinlemek zorunda kaldım.Ben seni götürürüm.. dedim ve doğru hastaneye gittik. kayıt işlemlerini yaptktan sonra her gün hastaneye bıraktım dolayısıyla geri almaya gittim...Artık kanka olmuştuk ..apartmanın megafonuna basıyordu her gün halimi soruyordu....ne derdi olsa beni buluyordu..bir nevi beni kullanmaya başlamıştı ama beni kullanmasına izin veriyordum..bazen ağlıyordu kendi çocukları aklına gelince halimi bile sormuyorlar diyordu.Tedavisi bittikten bir süre sonra ortadan kayboldu..Aradığım zaman telefona çıkmıyordu..günler geçti aradan ...Yine evime geldiğim bir akşam üstü Ayşe teyzeyi benim merdivenlerin üzerine oturmuş beni beklerken buldum..Elinde beyaz bir poşet vardı ..."Kızım seni bekliyordum" dedi .Sana badem getirdim... .Beyaz poşette badem vardı ve günlerce onu kırmaya uğraşmış benim evime çıkmak için tam dört kat çıkmıştı..yorulup merdivene oturmuş soluklanıyordu..göşyaşlarımı görmesin diye arkamı dönüp sildim..Kolundan tutup kaldırdım hadi sana bir çay yapacağım..dedim.Kızım; daha çıkamam çok yoruldum...Sağlıcakla kal dedi ve gitti..

sevgi üzerine

Mutluluk diye bir şey yoktur aslında.Mutlu anlar vardır ve insanın geri kalan ömrünü, mutlu anlarını düşünmekle geçirir..biri vardır seni hiç sevmez ve hayatını seni kıskanıp nefret etmekle geçirir...biri vardır ömrünü seni beklemekle geçirir.ve yine biri vardır ki seni hiç sevmediği halde ömrünü yine seninle geçirir..

başım belada



Kaç kez başım belaya girdi hatırlamıyorum...uçuruma gelmeden insan kanatlanamaz.sözünün doğruluğunu kanıtlamaya gerek yok..insan üstü güçler devreye giriyor o an ... Hatta görünmez kanatlar açılıyor , yırtıyosun..Bence insanın olağan üstü güçleri gerçekte var ve nedense sadece başı belaya girdiğinde ortaya çıkıyor..Sinema da bu mantıktan gelir doğal olarak.Süpermen örümcek adam karakterlerin gerçekte vurguları bu mantığa dayanır..*bu gün düşünemiceğin kadar başım belada*

22 Haziran 2011 Çarşamba

hayata dair


Hayat böyle zor ve karmaşık ken hiç bir zaman kestiremezsin güneşli günleri...Bulutlu ve sağanak yağmurlu geçer bir çoğu..Oysa kendi acılarını bile yetişkin velilerine satmış ergen, mutsuzluğunu da senden bilirken,dibe vurmak lüksünü sana çok görür .hayat ne zordur kimseye yük olmamışken dünya tepene binmiş, o da yetmemiş, sahip olduğun kederine bile sahip çıkmana izin vermemiştir zaman...yalnızlıktan başka hiç bir şey mümkün değildir o an...

kadın

Bir ara küçük bir dükkan işletmiştim . Çamaşır üzerine , öyle mahalle arasında.İnsan böyle bir iş yaptığında muhtemelen farklı insanlarla karşılaşıyor. fena kazık yediğim oluyordu.. ama isimsiz kadına şaşmıştım doğrusu pek doğru ayak değildi ama ben iş hayatında bu tür etiketlere takılmazdım.işimi yapardım..bir gün önce nergise yani elemana yüklü bir kazık atıp gitmiş ve benden fırça yemişti.ertesi gün geldiğinde borcunu ödemek yerine banada kazık atıp gitmişti..neyse ki rahattık adresi vardı...zira ertesi gün evine gittiğimizde evini boşaltmıştı..bizde kaçın kurasıydık yeni adresini öğrendik...saatlerce evini aradık ve bulduk orda yoktu bize bir telefon verdiler..tabiki aradık...ne mi oldu:..)bize küfür etti:)hah.hah

21 Haziran 2011 Salı

Zeitlos



Yıllardır Koray'ı görmüyorum..Koray video'daki Zeitlos adlı grubun üyesi..Kuzenimin oğludur.Çok yakışıklı değil mi?Birbirimizden habersiz yaşıyorduk, ama artık internet sayesinde birbirimizin yaptıklarından haber alabiliyoruz..Bu da güzel bir duygu..sami abi yani benim kuzenim korayın babası olur.bu hafta kral tv decumartesi günü beste yarışmasında finale kaldı..hep beraber izleyip destek olmalıyız..

emeğe saygı


3 yıl önce yaptığım bir tablo..tamamıyle orjinalinin takliti...bu resmi yaparken bir kez daha ressamlara hayran oldum..ben bu resmi 6 ayda yaptım ve çok emek verdim...emeğe saygıyı bu 6 ay içinde öğrendim.her fırçasında ayrı bir hayal kurdum,her çizgisine öfkemi ve yalnızlığımı sığdırdım...bu tabloda bir geçmişim var ve kimse için olmasabile benim için paha biçilmez bir değeri var

uyanık tilki

Yaşamak Ve Ölmek





bir insan doğar ve sonra ölür,peki o iki terimin arasında olup biten şey nedir,sadece hayat mı? sahiden yaşamak ve ölmek için mi geldik dünyaya? Herkez edison gibi olsaydı ne olurdu? Aman Allah'ım hayat çekilmez olurdu... Peki dünyada herkez görevinin ne olduğunu bilmeseydi ne olurdu?(Kızım Zeynep'ten)

Anneme...



ıbenim annem ,karda kaymasınlar diye ayakkabılarına çabut bağlayarak işe giden miniminnacık bir kadındı..biz mi ?korkak birer çocuktuk. hayaletler beklerdi kapımızda.gecenin karanlığından bir güneş gibi bize parlayan annemizi deli gibi beklerdik pencerenin önünde.kimbilir belki açtık belkide üşüyorduk olsun du annem gelince ne açlık ne soğuk gelirdi aklımıza..bu gün iyi şartlarda çocuklarımı yetiştirirken annemin babasız yetiştirdiği 3 çocuğun geldiği konuma bakıyorum ve onun kadar başarılı olamadığımı fark ediyorum.ve anneme layık bir evlat olabildim mi bilmiyorum "canım annemi kutluyorum:)

ilk blog yazısı





Babam Tanımadığım halde yokluğunu en çok hissettiğim insan Belleğimde üç fotoğraftan ibarettir.   Bir Gecekondunun bahçesinde özene bezene saçımı tarayan bir ihtiyar.   İki Kahverengi steyşın bir şavrolenin arka koltuğunda boylu boyunca hastaneye götürülen soluk benizli bir hasta.   Üç Musalla taşında yatan çıplak bir ölü.   Tavan arasında bulduğum tozlu filmin gösterdiği —Akciğer kanseri Ve eski bir nota defteri Yadigarı bu kadar.   Babam İki küçük kızının anasını bırakıp Benim anamı almış Daha en büyük çocuğunu büyütemeden Akciğer kanserinden Ölmüş.   Onun ölümü Çocukluğumu uzun bir sıkıntıya dönüştürmüş Tam kurtuldum derken Yedi yıl süren Bir çöküntü Ne olduğunu bile anlamadan Gençliğimin ortasına düşmüş.   Şimdi benim de iki kızım var —Her zaman anne diyen...   İsimlerini ben koydum. Yunan, İbrani, Arap alfabelerinin ilk harfleri... Alfa, Alef, Elif Birincisi İkincisi Bilge.   Mahalli saz sanaçısı Sabri İpek Sana en çok nefes darlığı çekerek Küçük işporta tezgahınla eve dönerken Yarısında kaldığın yokuşta acıyorum.   Baba Bir kelimeyi hiç kullanmamak —Ne tuhaf!   Olmayan bir şeyi özleyemem ya yalan yok   Sen de Aslında Dünyaya getirdiğin beş çocuğun Hiç birine baba olamadan Çekip gitmişsin.   Ben aslında Ölüme derin anlamlar atfetmeyi sevmeyen biriyim. Kimse isteyerek ölmediğine göre Ölenleri sorgulamak niye? Ancak senin ölümünden şunu anlamıştım ki Yaşamı kuranlar, babasızları hiç düşünmemiş. İşte en çok buna kızdım ben.


Kardeşimin bir yazısıdır...