21 Haziran 2011 Salı

ilk blog yazısı





Babam Tanımadığım halde yokluğunu en çok hissettiğim insan Belleğimde üç fotoğraftan ibarettir.   Bir Gecekondunun bahçesinde özene bezene saçımı tarayan bir ihtiyar.   İki Kahverengi steyşın bir şavrolenin arka koltuğunda boylu boyunca hastaneye götürülen soluk benizli bir hasta.   Üç Musalla taşında yatan çıplak bir ölü.   Tavan arasında bulduğum tozlu filmin gösterdiği —Akciğer kanseri Ve eski bir nota defteri Yadigarı bu kadar.   Babam İki küçük kızının anasını bırakıp Benim anamı almış Daha en büyük çocuğunu büyütemeden Akciğer kanserinden Ölmüş.   Onun ölümü Çocukluğumu uzun bir sıkıntıya dönüştürmüş Tam kurtuldum derken Yedi yıl süren Bir çöküntü Ne olduğunu bile anlamadan Gençliğimin ortasına düşmüş.   Şimdi benim de iki kızım var —Her zaman anne diyen...   İsimlerini ben koydum. Yunan, İbrani, Arap alfabelerinin ilk harfleri... Alfa, Alef, Elif Birincisi İkincisi Bilge.   Mahalli saz sanaçısı Sabri İpek Sana en çok nefes darlığı çekerek Küçük işporta tezgahınla eve dönerken Yarısında kaldığın yokuşta acıyorum.   Baba Bir kelimeyi hiç kullanmamak —Ne tuhaf!   Olmayan bir şeyi özleyemem ya yalan yok   Sen de Aslında Dünyaya getirdiğin beş çocuğun Hiç birine baba olamadan Çekip gitmişsin.   Ben aslında Ölüme derin anlamlar atfetmeyi sevmeyen biriyim. Kimse isteyerek ölmediğine göre Ölenleri sorgulamak niye? Ancak senin ölümünden şunu anlamıştım ki Yaşamı kuranlar, babasızları hiç düşünmemiş. İşte en çok buna kızdım ben.


Kardeşimin bir yazısıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder