16 Temmuz 2011 Cumartesi

koma

Annem gözlerini belli bir noktaya dikmiş bakıyordu...Saçlarında ki can yitip gitmiş, elleri taşıyamaz olmuş, bırakmıştı zamanın ötesine...Bağırıp çağrışmalar ,onca gürültü etkilemiyor gibiydi kalbini...
Anne anne ne oldu sana?
dedim...Duymadı...Çocuklarının olduğunu unutmuştu,bizi unutmuştu,hatta kendine bıçak çeken adamıda...
Yatırdılar ve günlerce uyudu,tek kelime etmedi...Bu halini istemiyorduk üçümüzde, gülsün konuşsun bizi azarlasın istiyorduk...Gülmeyi konuşmayı ve yemek yemeyi unutmuştu...Boş bir pencereden nereye baktığını bilmeden bir çocuk gibi aciz...Düşünüyordu...
Anneannem yas tutuyordu,
Elleri kırılsın altı üstü çocuklar kavga etmiş, ne vardı bıçak çekecek, kalk sabiha karakola gidiyoruz..Gittiler... ama gittikleri gibi geri geldiler..Köyün muhtarı dayım olaya mudahale edip annemi ve anneannemi yollamalarını söylemiş...Dayım sevmezdi annemi, bıçak çeken adamı sevdiği kadar...
Annem artık uyumuyordu ama gülmüyordu da hatta hiç konuşmuyurdu, belli bir noktada takılı kalıyordu gözleri... ,Delilerin söylediği sözlere benzer birkaç laftan başka kelime konuşmuyordu...
Bir sabah beni çok sevindiren bir şey oldu ,güneşin doğuşu gibiydi teyzemin köye gelişi...Oysa bilemezdim annemi bizden ayıracağını,annemin boynuna sarılıp ağladıktan sonra;
-Hadi ana hazırla ablamı ben götürüp bakacağım ona ...
Bir ara bizide götüreceğini düşünüp sevinmedim değil..Ama öyle olmadı,sinanla ne kadar yerde debelensek ağlasakta,giden arabanın arkasında bakakaldık,annem bize el bile sallamadı çünkü hala bizi hatırlamıyordu...
Ben arabanın peşinden bir süre koştuktan sonra, belli bir noktada pes ettim,çiçek toplayarak karıncaları kolumda gezdirerek döndüm eve ...Sinan dönmedi... Tanırdım sinanı... Dönmek için benden daha fazla yol gideceğini ve yenilgiyi kabul etmiyeceğini...Herkez sinanı arıyordu bir telaş almış yürümüş ben ise bulunması için dua ediyordum,sinanı kaybetmek annemden daha çok acı veriyordu,oldum olası sinana karşı aşırı bir düşkünlüğüm vardı...
Akşam olmak üzereydi bir ara evin önünde bir araba belirdi içim heyecanla dolmuştu ,annem gelmişti hızla koştum ama sinandı gelen ...Adam gölbaşı yolunda tanıyıp getirmiş. Görmesem Ankaraya doğru gidiyordu dedi...
Günler haftalar ,hatta aylar sonra geldi annem...O yıllarda telefon olmadığı için hep süprizler çalardı kapımızı...Annem de süpriz olmuştu...Sokakta dilekle oynarken bir dilek dilemiştim hatta paylaşmıştım arkadaşımla...;En büyük dileğim annemin gelmesi ,eğer gelirse allahım hiç üzmiyeceğim ,hatta bakkala git desin hemen gideceğim...demiştim...Oyun bitip te eve döndüğümde annemi divanda otururken bulunca koşa koşa dileğin evine koşmuş hızlı hızlı kapısını çalıp;Biliyormusun annem geldi deyip hızla koşmuştum eve...Çocuklar her yere koşarak gider...
,;
Annem artık hatırlıyordu bizi,Teyzemin yanında altı ay süren bir tedaviden sonra hayata gözlerini yeni açmış gibiydi..Günlerce teyzem ona geçmişini ve kim olduğunu anlatıp durmuş...Eski haline dönmesi yıllar aldı...Anneme bıçak çeken adamın cezası ise sanırım Allaha kaldı....

2 yorum:

  1. Köyün çıkışında Levent abi beni durdurdu. "Ne işin var lan burda?" dedi. "Sen kimsin de bana karışıyorsun lan" diye öyle bir höykürdüm bacak kadar boyumla, Levent de şaşırdı. "Şuna bak la... İyi git hadi" dedi. Rahatladım. Biri beni durduracak diye çok korkuyordum. Gölbaşına yaklaştığımızda aklıma anneannemlerin annemi bıraktıktan sonra geri dönecekleri ve beni yolda yakalayacakları geldi. Yolun kenarındaki hendekten yürümem gerektini düşünmeye başladım. Tam öyle yapacakken, kırmısı skodayı görünce, herşeyin bittiğini anladım. Yakalanmıştım. Öyle de oldu. Beni yakalayıp köye geri getirdiler. Bir daki ka önce hendeğe niye inmedim diye kendi kendime küfürler ettim.

    Olay, Ayı Murat diye bir çocuğun sürekli bana çatmasından kaynaklanmıştı. Bu ayı Murat denen çoçuk, biraz iri, koca kafalı ama aptal bir çocuktu. Nedense benden dayak yemeyi kendine yediremiyordu. Sürekli bana çatıyordu. Yalvarıyordum. "Bana çatma, git başkasına çat," diye anlamıyordu. Bir gün yine gelip çattı. Gene dayak yedi... Hiç annesine şikayet etmezdi ya da onlar seslerini çıkarmazlardı bilmiyorum. O gün heralde bardağı taşıran son damla olmuştu. Bu sefer gidip annesini çağırdı. Dayısı geldi, annem geldi. Çocuk kavgası büyüdü. Olay böyle çıktı. Sanırım, bir öksüz olarak benim kimseyi dövmeye hakkım yoktu. Arkamız yok ya. Biz heralde herkesten dayak yemek zorundaydık. Sanırım insanlar bize bunu kabul ettirmeye çalışıyorlardı sürekli. Ben bunu çocukken hep hissederdim. Hayatın omertası vardı.

    Çünkü benzer bir olayı 5. sınıfta da yaşamıştım. Okulun kabadayısı geçinen iri kıyım bir çocuk bana çattı. Ben de eskaza, nasıl oldu bilmiyorum, çocuğu aldığım gibi yere çaldım. Çocuk afalladı, geri çekildi. Aslında o anda kavgaya devam edilse, beni döverdi. Her neyse... O arada sınıf öğretmenim kavgayı görüp yanımıza geldi. Bana dediği lafı hayatım boyunca unutamadım: "Ulan, hem kimsesizsin hem de millete çatıyorsun." O anlamıştım ki hayatın omertasına boyun eğmemi bekliyorlar. Aynı öğretmenin bir lafı daha bana çok koymuştu. "Oğlum Sinan senin bütün derslerin iye de matematiğin niye kötü..." Ulan hoca, salak herif, ben köyde okudum ilkokulu... Ana yok baba yok. Sanırım bu öğretmen kendi birinci sınıftan beri yetiştirdiği öğrencilerinden daha başarılı olmama bozuluyordu. Ona göre benim başarılı olmaya hakkım yoktu. Arkadaşlar, faşizmin bir çeşidi de budur. Yani yoksul, öksüz, gariban çocuklarının öyle başarılı olmaya falan hakkı yoktur. Yıllarca lanet ettim bu düzene. Marjinal olmamın, toplum hayatından hoşlanmamamın, herkesin zıddına düşünmemin nedeni budur.

    YanıtlaSil
  2. Tabii ODTÜ matematik bölümünü bitirdiğim, diplomamı aldığım gün,bu hocayı hatırlayıp kıs kıs gülmekten kendimi alamamıştım.

    YanıtlaSil